top of page

Sabır Kurtuluşun Anahtarı Mı?



“Sabır kurtuluşun anahtarıdır.” Böyle derler değil mi? Fakat görünen o ki, kurtuluş ümidi yitip gitti, anahtarsa kayıp. Hayal kırıklığımı nasıl ifade edebilirim bilmiyorum. Hayat bana sevinçlerden önce bomba seslerini, hıçkırıkları, ağlayışları öğretti. Ailecek Türkiye’ye kaçmak zorunda kaldık. O günlerde ne umutluydum! Eğitim alabilir, hayallerimdeki gibi ziraat mühendisi olabilirdim. Ancak bu hayaller her geçen gün daha da imkansız hale geldi.


2006 yılında çok geleneksel bir aile içerisinde açtım gözlerimi. Savaştan, mültecilikten, kadın olmanın zorluklarından habersiz masum bir çocuktum. Hayalleri olan bir çocuk. Dokuz yaşındaydım. Dördüncü sınıfa gidiyordum. Ailemle beraber Türkiye’ye kaçtım. Kilis’teki 2 numaralı kampta yaşamaya başladık. Odamız dört metrekare bile değildi. Bu hayat hiç de çocukluk hayallerime benzemiyordu!


Birkaç ay sonra babam beni başörtüsü takmam için zorlamaya başladı. Bu baskıya çok kısa bir süre direnebildim. Kadınların neden taktığını, ne anlama geldiğini bilmeden başladım başörtü takmaya. Babam eğitimime devam etmemi de istemiyordu. Yalvardım. Ancak her seferinde bağnaz sebeplerle reddetti. 


Bir “ev hanımı” olmaya başladım. Evli bir kadının yaptığı her şeyi öğrendim. Yemek yapmayı, çamaşırları yıkamayı, temizliği… Çocukluk hızla geride kalmıştı. Oysa ben hala küçücüktüm. 


Yıllar geçti. Şehre taşındık. Bu yeni hayata yine umutlarla başladım. Belki ailemin cahilce düşünceleri değişirdi. Belki eğitimime devam edebilirdim. Ancak ailem arasında geçen bir konuşmada, cahiliye döneminde kız çocuklarının ailelerine “utanç getirmemesi” için diri diri gömüldüğünü duyunca şok oldum! Kız çocuğu, böyle ağır utançlar getirebilecek bir varlıktı. Bu sözler karşısında o kadar sarsılmıştım ki birkaç kez kendime zarar vermeyi düşündüm. 


13 yaşıma geldiğimde, annemle babamın beni evlendirmek hakkında konuştuklarını duydum. Dünyam başıma yıkılmıştı. Aradan iki sene ya geçti ya geçmedi. Bir gün annem beni uyandırdı. En güzel elbiselerimi giymemi, bir kadın gibi giyinmemi istedi. Babamın bir Türk arkadaşının bana “talip” olduğunu, beni istemeye geldiğini söyledi. Dehşete kapıldım. Ağlamaya başladım: “Anne peki benim düşüncelerim ne olacak?” diye sordum. Annem alaycı bir şekilde, kızların bir söz hakkı olmadığını söyledi. Kalktım. Giyindim. Salona gittim. Türk talip 36 yaşındaydı. Gaziantep’te yaşıyordu. Oradaki herkesin önünde ağlamaya başladım. Korkudan titreyerek bana talip olan kişiyi çocukça reddettim. O günlük kurtulmuştum ama ilerleyen süreçte aylar boyunca ailemden şiddet gördüm.


Yıllar geçti ve ben 18 yaşıma kadar bu baskıcı ailenin tutsağı olarak kaldım. 18 yaşında, Suriyeli bir genci sevdim. Gizlice. Ailemin haberi yoktu. Ailemde bulamadığım sevgiyi onda buldum. O da çok büyük zorluklar yaşıyordu. Maddi olarak da durumu iyi değildi. Her şeye rağmen bana mutluluk veriyordu. Evlenecektik ama Türkiye’de yeni bir hayata başlamamız çok zordu. Büyük zorluklara katlanarak kaçak yollardan Avrupa’ya gitti. Avrupa’da yeniden bir araya geleceğimizin sözünü verdi. 


Daha sonra, bana evlilik teklifini iletmek ve benimle nişanlanmak üzere ailesini bize gönderdi. Aslında bu benim Avrupa yolculuğumun da başlangıcı olacaktı. Uzun süren bunalımlı günlerin ardından evimizde neşe hakimdi o akşam.  


Ancak Türk komşumuz misafirlerimizden rahatsız oldu. Kapımıza dayandı. Bağırdı çağırdı. Misafirlerimizin üç yaşındaki çocuğuna vurdu. Tehditler savurdu. Bir an önce evi terk etmezsek şikayet ederek bizi Suriye’ye geri göndereceğini söyledi. Böylece bir anda sevincimiz “çifte sevince” dönüşüverdi!


-19 yaşındaki Revan, kendi hikayesi aracılığıyla hem Suriyeli hem kadın olmanın iç içe geçen zorluklarını anlatıyor.

bottom of page