top of page

Ne Geri Dönebiliyorduk Ne de İleride Gidebileceğimiz Bir Yer Vardı


Dört buçuk yıl önce Türkiye’ye kaçak yollarla çok büyük zorluklar içinde geldik. Hava çok soğuktu. Dağ yollarında çok büyük sıkıntılar çektik. Aç ve susuz kaldık. Türkiye’ye ilk girişimizden sonra polise yakalandık ve sınır dışı edildik. Ancak anlaştığımız kaçakçı tekrar Türkiye’ye girişimizi sağladı. İkinci seferde başarılı olduk ve Sivas’a yerleştik.


Sekiz ay sonra Cumhurbaşkanı “sınırlar açıldı” dedi. Bunu duyar duymaz Yunan sınırına ulaşmak için gece yarısı Edirne’ye hareket ettik. Sınırda daha önce yaşamadığımız yeni zorluklar bizi bekliyordu. Yunan polisinin her akşam attığı göz yaşartıcı gaz bombaları çocuklarımızı ağlatıyordu. Çocuklarımızın da bizim de gözlerimiz yanıyordu. Üstelik sınıra ulaştıktan bir hafta sonra pandemi başladı ve biz sınır bölgesinde adeta hapis kaldık. Ne paramız ne yeterli erzağımız ne de yaşamımızı sağlayacak diğer şeyler vardı. Bir ay boyunca bu şartlarda yaşadık. Çok kötü ve zor koşullar hakimdi. Hatta şimdi size anlatırken bile kötü hissediyorum kendimi.


Türkiye devleti bize yardım etti. Bize elbise ve yorgan verdi. Barınacak yerler yapmamız için branda verdi. Çadır yaptık. Bir süre sonra Yunan sınırının açıldığı söylendi ve orman yolundan sınıra doğru harekete geçtik. Baya kalabalıktık. Belki 3 bin kişi... Suriyeli, Afgan, İranlı… Her milletten insan vardı. Hepimiz Yunan’a gittik. Az sayıda olan Yunan polisi bizi görmesine rağmen çok kalabalık olduğumuz için müdahalede bulunamadı.


İlerlemeye devam ettik. Yürüyerek, koşarak, çamurların arasından, tarlaların arasından 3-4 saat boyunca ilerledik. Sonra Yunan polisi birkaç büyük araçla geldi ve bize doğru dönerek havaya ateş etti. Durmadık, koşmaya devam ettik. Göz yaşartıcı gaz kullandılar. Durmaya mecbur kaldık. Çünkü gözlerimiz yandı, görmez oldu. Çok korkmuştuk. Bize ne yapacaklardı? Hepimizi topladılar, ahır gibi bir yere götürdüler. Orada neyimiz varsa aldılar. Pasaportlarımıza, kimliklerimize kadar aldılar. Para, telefon… Yanımızda olan her şeyi aldılar. Sonra bir tepenin altındaki bir dereye bıraktılar. Birkaç saat orada kaldık. Hava çok soğuktu. Ateş yaktık. Yunan polisi bizi tekrar Türkiye sınırına yönlendirdi. Bizi ormana bıraktılar. “Gidin buradan” dediler.


Hiçbir yeri göremiyorduk. Tekrar Türkiye’ye doğru yola çıktık. Orman çok korkutucuydu. Zorluk ve sıkıntılar ile tekrar Türkiye’ye geçtik. Türkiye’ye geldiğimizde bizi salon gibi bir yere götürdüler. “Bu akşam siz dinlenin, yarın tekrar gidersiniz” dediler. Korkmuştuk ve ağlıyorduk. Çocuklar ağlıyordu. “Geri gitmeyeceğiz” dedik. “Gitmek zorundasınız. Çünkü sınır açıldı. Gitmelisiniz.” dediler.


Gece yarısı bize “bu sefer su yolundan gidilecek” dediler. Çok korktuk. Gitmek istemediğimizi söyledik. Erkekler dahil, hepimizin korktuğunu anlattık. O salondan kaçtık. Gece yarısı bekleyen polisler vardı ama çok değillerdi. Bize bir şey yapamadılar. Bir hafta Edirne terminalinde kaldık. Birçok defa polis bizi yakalamaya çalıştı. Biz ise kaçıyor ve saklanıyorduk. Ama Edirne’den geri de dönemedik. Sonunda tekrar sınıra gitmeye karar verdik. 


Adını hatırlayamadığım bir yere gittik. Sanırım Pazarkule idi. Sınıra çok yakındık. Yunanlıların dikenli tellerinin önündeydik. Onlara “Bize izin verin, geçelim. Türkiye geri dönmemize izin vermiyor.” diye yalvardık. Onlar korona geldiği için sınırı açmayacaklarını söylediler. “Siz burada aylarca da kalsanız salgın yüzünden sınırı açmayacağız.” dediler. 


Mecburen bir ay boyunca zor şartlar altında orada kaldık. Çünkü ne geri dönebiliyorduk ne de ileride gidebileceğimiz bir yer vardı. Geceleri soğuk, gündüzleri güneş yükseldiğinde ise çok sıcak oluyordu. Hasta oluyorduk. Çok zorlayıcı bir iklim vardı. Derme çatma bir çadırda uyuyorduk. Yağmur yağıyordu sık sık. Yağmurun altında, çamurların içinde uyumaya çalışıyorduk. Mecburduk, ne yapabilirdik? Bazı günler yemek yemiyorduk. Aç kalıyorduk. Türk polisi bize yardım ediyordu. Ama sayımız çok fazlaydı. Getirilen ürünler yeterli gelmiyordu. 


Özetle, bir ay orada bulunduk. Son akşamlarda bize “Artık dönmelisiniz. Daha fazla burada kalamazsınız.” dediler. Bizi geri Malatya kampına götürdüler. Çok korktuk. Kampa götürüleceğimizi bilmiyorduk. 25 saat boyunca otobüsteydik. Bizi tuvalete bile ikişer kişi olarak gönderiyorlardı. Tıpkı zindanda gibiydik. 


Malatya kampına vardık. Bir ay da Malatya kampında tutulduk. Salgın sebebiyle tedbir almak amacıyla bizi orada tutuyorlarmış. Orada kaldığımız bir ay süresince de sıkıntılar çektik. Zindan gibiydi. Bir aydan sonra kimin geçici kimliğinde hangi şehir yazıyorsa onu oraya göndermeye başladılar. Bizim kimliğimiz yoktu. O yüzden bize “Nereye gideceksiniz?” diye sordular. Biz İstanbul’a gitmek istediğimizi söyledik. Onlar “İstanbul olmaz, orada yabancıya izin verilmiyor.” dedi. Biz, paramızın ve işimizin olmadığını, bu sebeple İstanbul’a gitmek istediğimizi, en azından orada iş bulabileceğimizi düşündüğümüzü söyledik. “Biz sizi İstanbul’a götüreceğiz, size orada bir belge vereceğiz. Daha sonra hızlı bir şekilde başka bir şehre gideceksiniz. Çünkü sizin İstanbul’da hiç bir şekilde kalmanıza izin vermeyecekler.” dediler. Kabul ettik. 


Bizi İstanbul’a doğru yola çıkardılar. Biz ise İstanbul’a değil ama İstanbul’a yakın bir şehre gitmeye karar vermiştik. Mustafa isimli biri vardı. Yakın dostlarımızdandı. Bir ay boyunca Edirne sınırında onlarla beraber kalmıştık. Bir ay da yine beraber kampta kalmıştık. Mustafa Bey, “Gebze adında bir şehir var. Orası iyi ve İstanbul’a yakın. Yani eğer orada iş bulunmazsa İstanbul’da iş bulabilir ve gidip gelebilirsiniz.” dedi. Makul geldi. Gebze’ye gittik. 


Polis bizi Gebze’ye ulaştırdığında gece olmuştu. O dönem saat 22.00’den sonra karantina oluyordu. Yani dışarıda değil, evde olmamız gerekiyordu. Ama bir evimiz yoktu. Gebze’deki hayırseverler bize destek oldu. Ama kimse bize o gece konaklayacağımız bir yer veremedi. Çünkü sayımız çok fazlaydı. Polis gelip bizi tekrar alıp götürdü. Gene korktuk. Bizi Afganistan’a sınır dışı etmek istediklerini düşündük. Oysa orada savaş vardı. Durum hiç iyi değildi. Zaten ülkemiz iyi durumda olsaydı buraya neden gelelim? Neden muhacir olalım?


Sonrasında polis bizi alıp otobüsle çok uzak bir yere, Kırklareli Pehlivanköy’deki bir merkeze götürdü. Çok korkmuştuk. Durumumuz çok kötüydü. Çok stresliydik. Ayakkabı bağcıklarımızı aldılar. Erkeklerin kemerlerini, bizim çantalarımızı, telefonlarımızı her şeyimizi aldılar. Tıpkı zindan gibiydi. İki akşam bizi orada tuttular. Sonra bizi İstanbul’a getirdiler. Aksaray’da indirdiler. Başımızın çaresine bakacaktık. Güvende hissetmiyorduk. Ruh halimiz çok kötüydü. Tıpkı delirmiş gibiydik. Kötü hatıralarımız vardı. Hiçbirimizin hali iyi değildi. 


Hiç paramız yoktu. Yunanlılar neyimiz varsa almıştı. Hiçbir şeyimiz yoktu. Tüm bu olaylar başlayalı iki ayı geçmişti, oradan oraya savruluyorduk. Ramazan ayı olmuştu. Bir ay, Allah razı olsun, hayırsever birilerinin ayarladığı bir evde kalmamıza izin verdiler. İki katlı bir evdi. İranlı ve Afgan toplamda 17-18 kişi kalıyorduk. Ramazanın sonuna kadar orada kaldık. İstanbul’da bir aydan fazla vaktimiz yoktu. İstanbul’dan kimlik almamız imkansızdı. Başka bir şehre gidip resmi başvuru yapmamız gerekiyordu. Yoksa sınır dışı edilebilirdik.


Gebze’ye gitmek istiyorduk. İnternet üzerinden Gebze’den bir kiralık ev bulduk. Evi kiraladık. Ve sonunda bu eve yerleştik. Gebze’de resmi başvurumuzu yaptık ve çok şükür ki bize kimlik verdiler. Allah razı olsun. Geldiğimizde hiçbir şeyimiz yoktu. Evin eşyalarını bazı hayırseverler temin etti. Daima onlara dua ediyorum. O zaman yine salgın devam ediyordu. Yine iş yoktu. Bizim için her şey çok zordu. Bu hayırseverler bizi korudu. Bizim için iş buldular. 

Sonra yavaş yavaş hayata başladık. Ama birkaç ay boyunca ruh halimiz hiç iyi değildi. Moralimiz çok bozulmuştu. Çünkü çok kötü şeyler yaşamıştık. Çok şükür şu an iyiyiz. Eğer Türk devleti bizim burada yaşamamıza izin verirse iyiyiz. Çalışıyoruz.


Yasal konularla alakalı sürekli bir endişe içindeyiz. İnşallah burada yaşamamıza izin verirler çünkü başka bir yere gidemeyiz. Paramız yok. Ülkemize de geri dönemeyiz. Ülkemizin şu anki durumunun özellikle kadınlar için ne kadar kötü olduğunu da biliyoruz. Taliban’dan ve gelişmelerden sizin de haberiniz var. Zaten tüm dünya haberdar durumda. Dediğim gibi, inşallah bırakırlar da burada kalırız.



- Afganistanlı Fatıma 46 yaşında.



Gurbet Hikayeleri Türkiye'deki göçmenlerin şahsi deneyimlerinin kamuoyu ile buluşmasını hedefleyen aracı bir mecradır. Bu yazı yazarın şahsi tanıklığını yansıtmaktadır.



bottom of page