top of page

Arapçayı İmam Hatip’te Öğrendim



Deprem gecesinin sabahında uyandığımda hiçbir şeyden haberim yoktu. Ben depremi hissetmemiştim bile. Normal bir şekilde kendi işlerimi yapmaya başladım. Sonra evden dışarı çıktım. Çok garip bir şekilde yaşadığım ilin merkezinde insanlar ellerinde elbise, ısıtıcı, yemek, gıda malzemeleri gibi şeylerle bir yere doğru gidiyorlardı. Gittikleri yer bizim yaşadığımız yerin tam merkeziydi. İnsanlar o kadar garipti ki… Evet yardım ediyorlardı ama o kadar garip bir şekilde yardım ediyorlardı ki… Sanki böyle cepheye koşar gibi. Zora düştüğünde bir ülkenin böyle olacağını kim bilebilirdi? Biz yabancılar olarak, Araplar olarak şunu öğrendik: Türkiye galiba tek bir el, tek bir bilekti.



Bu durumu görünce “Benim de bir şeyler yapmam lazım” dedim. Ardından eve gittim. Birkaç tanıdığım abiye "Siz kesin gideceksinizdir. Ben de sizinle Hatay'a gidebilir miyim?" diye sordum. Onlar da "Biz zaten yola çıktık. Kusura bakma, seni alamayız" diye cevap verdiler. Başka bir kafile olursa beni onlarla gönderebileceklerini söylediler. Sonrasında gece nasıl giderim diye epeyce düşündüm. Google'dan haberleri takip etmeye çalıştım. Ardından uyudum. Sonraki günün sabahında uyandığımda deprem bölgesine gitmek istediğimi bilen bir arkadaş bana Sabiha Gökçen’den ve havalimanlarından insanları bölgeye ücretsiz şekilde gönderdiklerini söyledi. O haberi duyunca hemen çantamı hazırladım, elbiselerimi giydim ve yola çıktım.



Sabiha Gökçen havalimanına gittim. Bir sürü insan vardı ve hepsi de uçağı bekliyordu. Sorduğumda “Biz dün geceden beri bekliyoruz ama geleceği yok bu uçakların” gibi şeyler söylüyorlardı. İnsanlar sıkılmıştı. Uçaklar gelecek deniyor ama geliş saatleri sürekli erteleniyor, bir türlü gelmiyorlardı. Sonra birisi çıkıp, hep beraber uçakların kalktığı yere gitmeyi önerdi. “Oraya gidersek illa bir sorumlu gelir, bir şeyler yapar” dedi. Biz yaklaşık yüz kişi oraya gittik ve kapıda durduk. Bir sorumlu geldi ve “Arkadaşlar o ilk gündü, artık uçak kaldırmayacağız biz. Sadece yardımları göndereceğiz. O yüzden yerimiz yok.” dedi.



Bunu duyunca çoğumuz belediyeleri aradı, bazıları tanıdıklarına ulaşmayı denedi. Yarım saat kırkbeş dakika sonra yeni bir haber geldi. Bizimle bekleyenlerden birine bir belediye otobüs göndereceklerini söylemiş ve kaç kişi olduğumuzun ve hangi ile gideceğimizin bilgisini istemiş. Yaklaşık iki saat beklememizin ardından otobüs geldi. Ama bu sırada o yüz kişilik ekipten elli kişi filan kalmıştı. Yola çıktık.


Yol yirmi saate yakın sürdü. Hatay’a sabah vardık. Durum çok kötüydü. Her yer darma dumandı. Binalar sanki oyuncakmış gibi yıkılmıştı. Çoğu insan için bu manzara yeniydi ama benim için yabancı değildi. Aslında sadece birkaç yıl önce gördüğüm görüntüyü yeniden izliyordum. Birkaç yıl önce gördüğüm yıkıklığı, yokluğu, ezilmişliği, tozu ve üzüntünün sesini hissedebiliyordum. Çünkü ben bunu daha önce de yaşamış ve görmüştüm.



Herkes bir yerlere dağıldı. İnsanların çoğu nereye gideceğini biliyordu. Bazıları bir arkadaşına yardım edecekti, başka bazıları irtibatlı oldukları ekiplere dahil olacaktı. Bense ne yapacağımı bilemedim. En yakın AFAD merkezine gittim ve şu anda çalışan Arapça profesyonel arama kurtarma görevlileri varsa iletişim kurmaları için çevirmenlik yapabileceğimi söyledim. Ama yokmuş. En azından o sırada Hatay’da yokmuş.


Ben de bizimle gelen iki itfaiyeci arkadaşın yanına gittim. AFAD ekiplerinden birine girmişlerdi ve arama kurtarmada onlara yardım ediyorlardı. Ben de ilk gün onlara katıldım. Yaklaşık on saatlik çalışmadan sonra enkazdan elli iki yaşında bir kadın çıkarıldı. O çıkarılmadan önce herkes çalışmaktan bitmiş ve çökmüştü. Ama o kadın çıkınca birden bir enerji patlaması yaşandı. Birden herkes “Allahuekber!” diye bağırmaya başladı. İnsanlar sevindi. Çocukları ağladı. O duygu çok garip bir duyguydu. Anlamak da, anlatmak da çok zor… Hani en çok ne mutlu ediyorsa seni, ondan bile daha mutlu. Çünkü belki hiçbir şey yapmadın, belki sadece bir taşı kaldırdın orada.. Ama oradan bir insan canlı çıktı. Ve o insan yaşadı. Orada tattığım mutluluğu, sevinci, her ne ise, o güzel duyguyu ifade etmekte zorlanıyorum.



Sonraki gün yine bir AFAD ekibine katıldık ve arama kurtarma çalışmalarına yardım etmeye başladık. Sonra bir arama kurtarma ekibinin üzerine bir binanın çöktüğü haberi geldi. Bu habere istinaden bizi de çalıştığımız yerden çıkardılar. Sivil insanları ve diğer işlerle ilgilenen insanları çalışma bölgesinden uzaklaştırdılar. Ben de başka bir iş bulamadım kendime. Gittim ceset taşımaya başladım. Orada çok sayıda ceset vardı. Belki yüzlerce, belki binlerce, gözünüzün göremeyeceği, aklınızın alamayacağı kadar çok ceset vardı.


Sonraki günün sabahında kalktığımda burnum tıkanmıştı, midem bulanıyordu ve üzerimde halsizlik vardı. Bilmiyorum, galiba ceset görmekten içim kalkmıştı. Tekrar gitmeme rağmen hasta hissettiğim için ceset taşımaya devam edemedim. Kızılay’da ya da tanınmadık başka yerlerde yemek dağıtmaya başladım.


Gece olduğunda yattığımız yerdeki üç kişilik ekibin artık döneceklerlerini duydum. Ben de yapabileceğim bir şey kalmadığını düşünüyordum. Çevirmenlik yapabileceğim bir ekip de yoktu ve çok yorulmuştum. Onlara benim de dönmeye karar verdiğimi söyledim. Onlar da kendileriyle birlikte beni de götürdüler.



Nedenini tam bilmiyorum ama kendi kimliğimi aşikar etmenin psikolojik ağırlığını taşımak istemediğim için olsa gerek tüm bu süreç boyunca kamufle olmayı tercih etmiştim: Hatay’da kendimi doğma büyüme İstanbullu bir insan olarak tanıttım. Yani benim Suriyeli olduğumu bilmiyorlardı. Beraber döndüğümüz üç kişiyle tanışmıyorduk. Bana nereli olduğumu sorduklarında “İstanbulluyum, Arapçayı İmam Hatip’te öğrendim” dedim.


Dönüşte uçağımız İstanbul’da yeni havaalanına indi. O havaalanında kimlik istediler. Herkes kimliğini verdi ama ben baya bir tereddüt ettim. Neticede ben de kimliğimi verdim. Kimliğime bakmalarının ardından beni araçtan indirdiler, üstümü aradılar, çantamı aradılar. Sonra üstümdeki kıyafetimi çıkarttılar, çorabımı, ayakkabımı, her şeyi çıkarttılar ve aradılar. Bunu, hayatımda yaşadığım en büyük hayal kırıklıklarından biri olarak anacağım. İnsanlara yardım etmiş olmanın mutluluğuyla dönmüştüm halbuki. İyiliğin karşılığı bu olmamalıydı.







Gurbet Hikayeleri Türkiye'deki göçmenlerin şahsi deneyimlerinin kamuoyu ile buluşmasını hedefleyen aracı bir mecradır. Bu yazı yazarın şahsi tanıklığını yansıtmaktadır.

bottom of page