Annem, yabancılara yasak bölgelerde ikamet adresi oluşturmanın ne kadar zor olduğunu yeterince anlayamıyor. Bunu biraz açayım...
Yaklaşık iki yıl önce Türkiye'de, yabancıların kendilerine yasaklanmış olan bölgelerde ikamet kaydı yapması engelleniyordu. Bir buçuk yıl önce, eski evimizi boşaltıp yabancılara yasak olduğunu bilmediğim bir mahalleye taşınmak zorunda kaldık. Bu da bizi ailecek karmaşık bir sorunun ortasında bıraktı.
Bir yabancının başka bir bölgeye taşındıktan sonra kişisel verilerini güncellemesi gerekiyor. Dolayısıyla bir kişi ikametgahını veya adresini değiştirirse, kişisel verilerindeki bu değişikliği belgeleyerek bildirmek ve gerekli prosedürleri yerine getirmek için göç idaresine gitmek zorunda.
Verilerin güncellenmesi sorunsuz ve ucuz bir süreç... Sadece randevu alıp gerekli belgeleri hazırlamak gerekiyor. Yorucu bir tarafı yok. Tereyağından kıl çeker gibi veri güncellenmesi işini halledebiliyorsunuz. Fakat ikamete kapalı bölgeler söz konusu olduğunda bu süreç çok zorlu ve pahalı hale geliyor. Çünkü verilerin güncellenmesi için ikamet adresinizin olması gerekli ve yeni yasa ikamete kapalı bölgelerden ev kiralayan yabancıların resmi olarak ikamet adresi oluşturmalarına izin vermiyor. Bu engeli aşmak için tek çözüm, yabancıların kayıt olmasına izin verilen başka bir bölgede bir adres aramak.
Bu ise samanlıkta değil, uzayda iğne aramaya benzeyen karmaşık bir süreç. Ben de Hatay'da ev bulmak Araplar için imkansız hale geldiğinden başka çözümlere başvurmak zorunda kaldım. Yöntemimin işe yarayacağından emin değildim ama bir çıkış yolu bulma umuduyla yine de denedim.
Bu süreçte göç idaresi çalışanları hikayeme ve bana tamamen aşina oldu. Herhalde adım soyadım hafızalarına evlerinin yolundan daha sağlam kazılıdır. Çok sık ziyaretlerine gittiğim için sonsuza kadar akıllarında kalacağıma inanıyorum. Bugün, ilişkimiz ikamet kaydı sorunumun başladığı zamana göre daha güçlü. Onların bir yakını ve dostu haline geldim. Ziyaretlerime alıştılar. Artık göç idaresi çalışanları için bir yabancıdan çok bir arkadaş gibiyim. Bana, bakkalın devamlı gelen müşterilerine davrandığı gibi davranıyorlar. Bekleme odasında yeşil çimlerin üzerinde yatar gibi oturuyorum. Huzur duyuyorum Göç İdaresi’ne gittiğimde. Sıcak bir şekilde karşılanıyorum gülümsemelerle. Bu böyle giderse bana sonunda 'İçeri gel, sen ailedensin' diyecekler. Oradaki çalışanlarla rahatça, tereddütsüz konuşuyorum. Bana karşı o kadar nazikler ki, masalarındaki şişelerinden su içmeme bile izin veriyorlar. Sanki onları uzun zamandır tanıyormuş gibi hissediyorum ve utanmadan ya da korkmadan, yapamayacakları iyilikleri talep edebiliyorum. Göç idaresi çalışanlarıyla gülüp şakalaşıyorum, hatta inanır mısınız, bu şakalaşmaları onlar başlatıyor. Bana ne yapmam gerektiğini bir bir anlatıyorlar. Göç idaresini ne zaman arasam hiçbir sıkıntı belirtisi olmadan cevap veriyorlar ve ikamet adresi sorunumla ilgili tüm sorularımı cevaplıyorlar. Bu numarayı bir buçuk yıl boyunca o kadar çok aradım ki, artık arama kayıtlarımda ailem ve patronumdan sonra en üst sırada yer alıyor.
Bilhassa geçici koruma söz konusu olduğunda Türkiye'de ikamet adresi size barınma, konfor ve korunma bakımından bizzat evin kendisinden daha fazla imkan ve fayda sağlıyor. Çünkü ikamet adresinizi ilgili makama kaydettirmezseniz, geçici koruma kimliğiniz geçersiz hale geliyor. Bu nedenle, ikamet adresinizi göç idaresine bildirmeniz çok önemli; aksi takdirde, yetkililer sizi ikametgahı belirsiz bir kişi olarak değerlendiriyor. Bunun sonucu, resmi kayıtların kontrol edilmesi halinde kimliğinizin iptali ve bu ülkede ikamet edememeniz. Daha açıkçası, bir gün bir polis tarafından durdurulmanız ve kimliğinizin kontrol edilmesiyle sınır dışı edilmeniz… Onlara elinizdeki tüm belge ve kanıtları gösterseniz bile sınır dışı edilmekten kurtulamazsınız. Kaydınız dondurulmuşsa, diğer tüm belgeleri yasadışı yollardan elde ettiğiniz varsayacaklar ve kaçınılmaz bir şekilde sınır dışı sürecini başlatacaklardır... Türkiye'de yaşayan tüm yabancılar bunu bilir.
Dediğim gibi, ikamete yasaklı bölgelere yeni taşınan aileler için ikamet adresi oluşturmak zorlu ve göz korkutucu bir iştir. Bunu başarmak için yabancılara kapalı olmayan bir bölgede başka bir ev kiralamanız gerekir. Ancak bugünlerde ev bulmak, uçsuz bucaksız bir çölde yolunu bulmaktan zor. Mesele ev olmaması değil aslında, ev bulabileceğiniz tüm bölgelerin yasaklı olması. Diğer bölgelere gelince, buralar zenginlerin oturdukları yerler ve kira fiyatları aşırı derecede yüksek. Bir dairenin kirası on üç bine kadar çıkabiliyor ki, bu benim gibi işçi olarak çalışan bir "savaş mültecisi" için çok büyük bir miktar. Bu nedenle, devletin belirlediği asgari ücretin iki katını kazanmadığı sürece bu bölgelerde ikamet eden bir Suriyeliye nadiren rastlarsınız…
Durum böyle olunca, verilerimi güncellemek için kullandığım sınırlı araçlardan biri, idarenin yaşadığım bölge üzerindeki yasağı kaldırmış olabileceğini umarak zaman zaman göç idaresinin resmi web sitesine girmek haline geldi. Ancak hala ve her seferinde taşındığım bölgenin yasaklı bölgeler arasında olmayı sürdürdüğünü görüyorum.
Bu durum da annemin ve elbette benim, devletin kimliğimi geçersiz kılacağından korkmaya devam etmemize sebep oluyor. Annem sık sık yüreğimi parçalayan bir ses tonuyla bana yalvarıyor ve tabiri caizse bir "savaş mültecisi" olarak yasaların benden talep ettiklerine uymamı istiyor. Savaş ve kan tüccarlarınca yönetilen bir ülkeye sınır dışı edilmemem için gerekli yasal prosedürlere uymanın ve kuralları ihlal etmemenin önemini sürekli vurguluyor. Ebeveynler böyledir; yabancı diyarlarda çocuklarının güvenliğine yönelik tehditler konusunda daima endişe içindedirler...
Sınır dışı edilmem, sadece kafama bir kurşunun sıkılması değil, ruhun salyangoza yaraşır bir hızla bedeni terk ettiği kanlı bir cinayet olacak... Annemle durumumu konuştuğumuzda, önüme çıkmış elektrikli dikenli tel misali engelleri ondan saklamaya çalışıyorum, Belki onu kuşatan endişeyi hafifletebilirim diye, ona ümit veriyor, kaygılarını yatıştırmaya ve korku dolu kalbini teskin etmeye çalışıyorum.
İstanbul'da yetkililerin oturma izni süresi dolan veya yasal ikametlerini gösteren belgeleri olmayan göçmenleri tespit için başlattığı son denetim kampanyası sırasında annemin korkusu daha önce hiç görmediğim seviyelere ulaştı. Bu süreci haber aldığında beni aradı ve sorunumu çözüp çözemediğimi sordu. Sesi, ağır bir boğaz enfeksiyonundan muzdarip ya da felçli bir kişinin sesini andırıyordu. Sanki yaralı bir insanın yardım için yalvarışını duyuyordum. Bir an için sesi sanki enkaz altından geliyormuş gibi geldi, kaygılarının arttığından emin oldum.
Bana, "Oğlum, şimdi işlerini halletmek için özenli davranmalı ve ne pahasına olursa olsun kalacak bir yer bulmak için acele etmelisin" dedi. Daha sonra alternatif çözümler sunmaya başladı. Bunlardan biri ikametimi bir arkadaş veya akrabanın evine aldırmaktı. Tekrar tekrar "Onlara bunun geçici olduğunu, bir yer bulunca ikamet adresini değiştireceğini söyle…" dedi. Bu, aslında sadece mahalle muhtarından resmi bir belge alıp göç idaresinde onaylatmayı gerektiren iyi bir çözüm.
Sorun şu ki annem hâlâ bu sürecin ne kadar zor ve meşakkatli olduğunun farkında değil. Buradaki Suriyeliler, tıpkı Arap liderlerin Filistin davasını ve halkını yüz üstü bıraktıkları gibi beni hayal kırıklığına uğrattı. Arkadaşlar ve tanıdıklar sadece ve sürekli konuşmakla yetindiler, yardım etmek için hiçbir şey yapmadılar. Yardımlarını istediğimde gerçek yüzleri ve tüm sözlerinin yalan olduğu ortaya çıktı. Sadece beni yatıştırmaya çalışıyorlardı sevgili anneciğim, başka bir şey değil.
Burada yaşayan diğer Suriyelilere gelince, çözüm için onlardan destek istemek ya da onlara bel bağlamak benim için oldukça zor. Çoğundan fayda yok. Bana gerçekten yardımcı olabilecek birini bulmak için aralarında çıktığım uzun yolculuk sırasında buna bizzat şahit oldum. Ne yazık ki burada tanıdığım hemen hiç kimse bunun istisnası değil. Bilakis, çoğu tarif ettiğim şekilde. Onları ifşa etmek istediğim için değil, kalbimde keskin bir umutsuzluk ve hayal kırıklığıyla karışmış, hafiflemesi ve daha az zarar vermesi için şiddetini bu ifade biçimleriyle azaltmaya çabaladığım büyük bir patlamaya yol açacak muazzam bir sitemin ağırlığını taşıdığım için söylenmesi gereken bir gerçek bu.
Burada tanıdığım arkadaşlar sadece hırsla para peşindeydi. Kibirliydiler, paraya aşıktılar ve hiçbirinin bir karşılık beklemeden bana yardım etmesi mümkün değildi. Onların hastalığını ve bu hastalığın ilacını bildiğim için, adreslerine ikametimi aldırmama kim izin verirse ona üç yüz dolar vereceğimi duyurdum sevgili anneciğim. Dahası, başka bir konut bulana kadar evlerinin aylık kirasının yarısını ödeyeceğimi de belirttim. Üç yüz doları Türk lirasına çevirince bol sıfırlı bir deste ediyor. Ancak ne Suriyelilerden ne de Türklerden olumlu bir yanıt alabildim. Bu noktada hemşerilerimle, bu ülkenin yerli insanları arasında hiçbir fark yok. İki grup da kafa karışıklığı ve korku içinde.
Yardım istediğimde insanların yüzleri öyle şekilden şekle giriyor ki içinde bulunduğum zor durumda bana yardım etmemek için yalan söylediklerini ve bahaneler ürettiklerini derhal anlıyorum. Oysa bu konuda yardım isterken (aslında bunları iyi bilmelerine rağmen) bu işlemden dolayı hiçbir sorun çıkmayacağını, bu işlemin tamamen yasal olduğunu, gerekli tüm masrafları karşılayacağımı, bir gün içinde adres kaydını alabileceğimizi, katil olmadığımı, hakkımda hiçbir şikayet bulunmadığını, hiç mahkemeye çıkmadığımı ve polislerce aranmadığımı ısrarla belirtiyorum. Bunu bilmelerine rağmen, akrabalarımdan olsun, daha uzak insanlardan olsun, herkesten ret cevabı aldım. Kötülükleri ve umursamazlıkları beni bir hırsız, haydut ya da anlı-şanlı bir katil olarak gördüklerinden şüphelenmeme neden oluyor.
Onlar gibi olmamayı diledim, çünkü onlar gibi olsaydım hem onlar hem de kendi meselem için yaptığım onca fedakârlıktan sonra kendime saygısızlık etmiş olurdum. Ama her hayal kırıklığına uğradığımda gerçek yüzlerini yeniden gördüm. Bugün kendimi başkalarının gözünde sadece bir haydut olarak görüyorum. Bu halime, sanki yargılanıyormuşum gibi masumiyetimi kanıtlama çabalarıma çok gülüyorum ve arkadaş olarak beni erdemli, barışçıl ve güvenilir kabul edecek insanları seçmekteki beceriksizliğimle alay ediyorum. "Onurlu", "samimi" ve "cömert" gibi kelimeleri bugünlerde daha az telaffuz ediyorum; çünkü son zamanlarda bu tür tanımlamaları hak edenleri hayatıma almadığımı farkettim. Bunun yerine "vicdansız", "boş", "duygusuz" gibi sözcükleri günlük konuşmalarımda daha çok kullanıyorum.
Anlayacağınız, kişisel verileri güncelleme meselesinin iyi taraflarından biri, benim için birçok maskeyi düşürmesi ve nasıl insanlar arasında yaşadığımı anlamamı sağlaması oldu. Bu kıymetli keşif beni başkalarının gizli niyetleri hakkında daha bilinçli hale getirdi. Bu nedenle, epey zaman önce ikamet konusunda onlardan yardım istemeyi bırakıp annemin Allah’a dua ve niyazlarına bel bağladım.
Bir Türk'ü beni adresine kaydetmek için ikna etmeye çalışmak ise başlı başına bir macera. Süreç genelde soğuk iltifatların eşlik ettiği gönülsüz bir tavırla başlıyor, doğrudan reddedilmeyle sonlanıyor. Bu iş, İdlib'de Şuaybiyyat tatlısı bilmeyen birini bulmaya çalışmaktan da zordu. Bunun için Türkleri suçlamıyorum. Ne kadar insancıl ve barışçıl olursam olayım, onlara göre güvenilir olmayan insanlar kategorisine giriyorum. Özellikle de son zamanlarda, bizi sanki taş devrinden geliyormuşuz ve medeniyet nedir bilmiyormuşuz gibi geri kalmış, cahil, yıkıcı ve kötü gösteren kışkırtmalardan sonra... Bizi çikolatanın ne olduğunu bilmemekle, dünyadaki her felaketten sorumlu olmakla ve dünyayı zapturapt altına alma planları yapmakla suçluyorlar. Ama Türklerin güvenini ve sevgisini kazanmak, uzunca konuşulması gereken başka bir mesele. Bu konuda daha sonra yazabilirim, ancak önemine rağmen şu anda anlatmak istediğim bu değil. Beni kalbimde biriken kırgınlıktan daha çok ilgilendiren, kendi halkımın önyargıları... Bunu yazarken 200 gramlık bir mürekkep şişesini boşaltacak kadar kırgınım onlara.
Bu süreçte yardım istediğim insanlar arasında en ‘alçaklar’ kuşkusuz arkadaşlarımdı. Burada kullandığım ifade öfkenin, hayal kırıklığının ve kaybolan umudun sessizliğini taşıyan kalbimin infilak edişinden bir parçadır. Bu arkadaşlar beni öyle hayal kırıklığına uğrattılar ki, artık ne kendimi onlara yakın hissediyor ne de yaptıklarını merak ediyorum. Son altı aydır onlarla ilişkimi tamamen kesmiş olmamın ve onlara karşı duyduğum nefretin sebebi bu.
Bugün bu arkadaşlardan birine rast geldim. Hareket etmesi haricinde cesetten farksızdı benim için. "Dost kara günde belli olur" sözünü kim söylemiş bilmiyorum ve umurumda da değil. Tek bildiğim bu sözün bir zamanlar sahip olduğum bu arkadaşlar için tamamen yanlış olduğu. Bu arkadaş meselesi de Türklerin güvenini kazanma meselesi gibi… Bu arkadaşlar hakkında yazmak için de özel bir defter ve kalem lazım.
Annemin benimle yaptığı son telefon görüşmesinde (uyumsuz bir yabancı ve kanun kaçağı olan) yasal statüm değişmemişti . Kanunu iki şekilde ihlal ediyordum: Verilerimi güncellememek ve resmi bir ikamet adresimin olmaması. O sırada onu rahatlatmak, korku ve endişesini yatıştırmak için elimden geleni yapmaya çalıştım. "Suçsuzum anne" dedim; ödenmiş faturalarımın, kira sözleşmelerimin, hastanede yapılan tetkik ve tahlillerin, reçetelerimin ve bu ülkede kalma hakkımı kanıtlayan belgelerimin olduğunu; herhangi bir devriyeye ya da kontrol noktasına rastlarsam diye bunları her zaman çantamda taşıdığımı söyledim.
"Ben barışçıl bir insanım anne. Bu ülkeyi seviyorum ve her zaman yasalara uyuyorum. Belaya girmiyorum, sabıkam yok, sicilim temiz ve hakkımda tutuklama emri yok" dedim. Bunları söylerken, beni durdurabilecek polis memurunun, ani bir şekilde sınır dışı edilme ihtimaline karşı eşyalarımı, yıllardır anneme aldığım anneler günü hediyelerini, anılarımı ve elimle yazdığım ilk romanım Arıların Makamı’nın yedi bölümünü kaybetmemek için önceden hazırladığım çantamı almak üzere eve gitmeme izin verip vermeyeceğini düşünüyordum. Bir ev bulma ve verileri güncelleme sebebiyle yaşadığım kaygıların doğurduğu zihinsel karmaşa, bu romanı yazmayı benim için çok zorlaştırdı. Artık istediğim şekilde yazamıyorum.
Bahsettiğim gerekçelerin beni kurtarmaya yetmeyeceğinin farkındayım. Özellikle de motosiklet sürüp yalnızca grup halinde devriye gezen, diğerlerine göre daha sert davranan ve kırmızı üniformalar giyen fanatik milliyetçi özel bir polis grubu olan "kırmızı yaban arısı grubunun" eline düşersem, sahip olduğum tüm belge ve dokümanlara rağmen onların gözünde yalancı ve sahtekâr olacağıma tamamen eminim. Bu polislerden biri beni çevirecek olursa beni Suriye’me atar. Doğrusu, bu polis grubunun bulunduğu yollardan geçme riskini göze alamıyorum. Ne zaman bu grubu sokakta görsem, beni gözaltına alıp sorgulayacakları korkusuyla kaçmak için yönümü değiştiriyorum. Bu polislerden duyduğum korku, çocukluğumda dinlediğim gulyabani hikayeleri ve korkunç masallardan duyduğum korkuya baskın çıkıyor.
Kısa bir süre önce, potansiyel kiracı olarak adımı ve cep telefonu numaramı kaydettirdiğim yirmi emlakçıdan biri beni aradı. Bana komisyon ve depozito ücretleri hariç aylık sekiz bin liraya kiralık bir evi olduğunu söyledi. Sekiz bin, o zamanlar, beş yüz lira daha koyunca Hatay'da bir aylık maaşa denk geliyordu. O beş yüz lira, bekâr olduğum ve yalnız yaşadığım düşünülürse, aylık su ve elektrik faturalarımı ödemeye yeterdi. Ama internet paketi alamayacaktım ve ayrıca yiyeceksiz ve harçlıksız kalacaktım. Maaşın tamamı tükenecekti ve gündelik ihtiyaçlarımı karşılayamayacaktım. En son bir emlak ofisini ziyaret ettiğimde, ofis sahibi bana "Ev aramak altın aramaktan daha zor hale geldi" dedi. Bunu, yıkıcı Hatay depreminden sonra hızla artan ev fiyatları ve konut kıtlığı krizine atıfta bulunarak şaka yollu söylemişti.
İkamete kapalı bölgelere tıkılı kalmış biri olarak, verilerimi güncellemek çok fazla acı, akıl, para ve sabır gerektiren bir mesele oldu. Her şeyimi verdim ve bu sorunuma bir çözüm bulmak için gece gündüz çalıştım. Yine de feleğin tekerine çomak sokmayı başaramadım. Başaramadım ve bu da hayatımı gölgeleyen olumsuz neticeler ortaya çıkardı.
Bugün, yalnızlık içinde odamda kara kara düşünürken, yaşadığım gerçekliğin tokadıyla yüzleşiyorum. Hayatımın önümde parçalanışını izliyorum. Sanki kasvetli bir sonbahar mevsimine dönüşüyormuş gibi sıkıldığını, kuruduğunu görüyorum. Sessizce acıya katlanırken tüm bu yıkıma tanık oluyorum. Her gece, sorunlarımın bana yüklediği yalnızlık ve can sıkıntısından, kendi ciğerlerime karşı acımasız bir soykırımda bulunarak içebildiğim kadar çok sigara içiyorum. Güvenlik güçleri sürekli zihnimi bombalıyor; isyankâr bir yürekle koşuyorum, kabuslar üzerime atlıyor. Bir duvarın arkasına saklanıp oturuyorum, nefes nefese, ölü vicdanların bekçilerine lanetler okuyarak. Aşırı bir korku ve yükselen bir endişeyle boğuşarak yaşıyorum. Sadece acil durumlarda dışarı çıkıyorum.
Patronum ve mahalledeki bakkal en çok gördüğüm kişiler. Çünkü başka bir yere gitmem yasak. Sokağa çıktığımda, kâh tedirgin bir hırsız gibi durmadan etrafıma bakıyor, kâh olumsuz düşüncelere dalarak etrafımdaki dünyadan bihaber yürüyorum. İki güvenlik görevlisinin bana doğru yürüdüğünü gördüğümde gerçekliğe geri dönüyorum. İşten dönerken her gün bu durumla karşılaşıyorum. Korkudan titrerken benim peşimde olmadıklarını umuyorum. Şüphe uyandırmamak için korkumu ve şaşkınlığımı gizlemeye çalışıyorum. Yakınımdalarken her şey normalmiş gibi davranıyorum. Onları fark etmemiş gibi yaparak cep telefonumu çıkarıyor ve yabancılığımı gizlemek için Türkçe konuşuyormuş gibi yapıyorum.
İskenderun'u çok özlüyorum. Uçsuz bucaksız denizini, çarşısını, parklarını -buralardaki eski özgür yaşamımı- özlüyorum. Aradan bir buçuk yıl geçti ve İdlib’e gönderilmek, göğsüme bastıran, pençeleri ciğerlerime batan bir kabus gibi insicamımı bozuyor. Her uyanışımda, bir seyirci kalabalığının ortasında, ellerim bağlı bir şekilde yıkıma sürükleniyormuş gibi hissediyorum. Bir buçuk yıldır belirsiz kaderimden korkuyorum. Verilerimi nasıl güncelleyeceğimi düşünerek uyuyor ve uyanıyorum.
- Vafi Nur, Suriyeli. 28 yaşında ve Hatay’da yaşıyor.
Gurbet Hikayeleri Türkiye'deki göçmenlerin şahsi deneyimlerinin kamuoyu ile buluşmasını hedefleyen aracı bir mecradır. Bu yazı yazarın şahsi tanıklığını yansıtmaktadır.
Commenti