top of page

Elimize Geçen Tek Şey Aşağılanma, Yoksulluk ve Evsizlik



Evimiz bombalandıktan sonra kardeşimin yanına sığınmıştık. Soğuk bir kış akşamıydı. Çok üşüyorduk. Yalnızca soğuktan değil, korkudan da titriyorduk. Üzerimizden geçen savaş uçakları gök gürültüsüne benzer sesler çıkarıyordu. Telaşla çocukları yatakların altına sakladık. Hemen sonra güçlü bir patlama oldu. Sesin şiddeti hayli yüksekti ve muhtemelen bombanın düştüğü yere çok yakındık.


Görevini ifa eden uçaklar gökyüzünü terk edip gün aydınlandığında, hayatta kalan herkes gibi biz de ne olup bittiğini görmek için dışarı çıktık. Bağrışmalar, feryatlar, bedenleri parçalanmış çocuklar, yıkılan duvarlara sıçramış kanlar, saçlar, insan etleri... Molozların ve toprağın altında sonsuz bir uykuya dalan onlarcası...


İnsanoğlunun caniliği ve acımasızlığı gözlerimin önündeydi. Tüm bunlar çözülmesi mümkün olmayan bir düğüm misali zihnime kazınmıştı. Ne zaman çözmeye kalksam daha da karmaşıklaşıyor, silmeye, unutmaya kalksam bir karabasan gibi kabuslarıma çöküyordu.


Çocuklarımın hala yaşıyor olmasıyla teselli buluyordum ancak. Bunu bir mucize addediyordum.


Bu korkunç yıkımın ardından Türkiye’ye sığındık. Evimizden geriye neredeyse hiçbir şey kalmamıştı. Tanık olduğumuz vahşet, çocuklarımda derin ve belki de geri dönülmez bir etki bırakmıştı. Artık evimize dönemeyecektik. Bu yeni durumla başa çıkmalıydım. 


“Anne biz neredeyiz?”, “Evimize ne oldu?”, “Oyuncaklarımız nerede?”, “Okula nasıl gideceğiz?”. 


“Burada yeni bir hayata başlayacağız” demekten başka bir cevap bulamıyordum.


Suriye’den ayrılmadan önce çocuklarımın bilgisayarını yanıma alabilmiştim ama kısa bir süre sonra satmak zorunda kaldım. Buna mecbur olduğum için çok üzgündüm.  Tüm varlığımızı kaybetmiştik. 


Bizden bir süre sonra eşim de Türkiye’ye geldi. O da bizim gibi tek kelime Türkçe bilmiyordu. Üstelik savaşta yaralanmıştı. Fakat tüm bunlara rağmen çalışmak ve para kazanmak zorundaydı.

Metruk bir eve yerleştik. Birkaç ay sonra çocuklarımın eğitimlerine devam edebilmeleri için okula başvurmaya karar verdim. Ancak okul müdürü Suriyeli çocukların okullarda Türklerle birlikte eğitim görebileceği yönünde bir karar olmadığını söyledi. Aldığım cevap karşısında çökmüş ve yıkılmıştım. En çok da evimizin en küçüğü olan kızım için üzülüyordum. Çünkü o, dolu dizgin bir umutla hayata sarılıyordu. Küçük yaşına rağmen evimizin en zekisi ve en akıllısıydı.

Çocuklarımın gözlerine baktıkça onları okula gönderememenin verdiği hüzünle doluyordum. Çocukluklarını yaşayamadan büyüyeceklerdi. Her sabah okula gitmek yerine işe gitmek için uyanacaklardı.


Türkiye’deki yaşamımız boyunca küflü ve rutubetli evlerden nemli ve bakımsız evlere taşınıp durduk. Bu evleri dahi bir kefil olmadan biz Suriyelilere vermiyorlardı. 


Çocuklarımın geleceği için duyduğum üzüntüden dolayı yastığımı göz yaşlarımla ıslatmadan uyumadığım bir gecem dahi olmadı. Yaşadığım bunca çileden olsa gerek bir inme geçirdim. Sol yanım felç oldu, bir gözümü kaybettim. Üstüne iki kez beyin ameliyatı, üç kez de göz operasyonu… Üstelik, COVİD-19’dan ben de nasibimi aldım. Bu ağır hastalık yüzünden kalbim üç kez durmuş. Bir ameliyat da bu yüzden oldum. Çektiğim çilelerin sonu gelmiyordu. 


Geçirdiğim son ameliyattan birkaç gün sonra, bir yanlış anlaşılmanın sonucu olarak polis ekipleri evimize baskın yaptı. Bizi gözaltına aldılar. Betonun soğukluğu, nemin kokusu, duvara kazınmış yazılar, vücudumuzun açık yerlerini kemirmek için fırsat kollayan haşereler... Sanki hayvanmışız gibi… Üçüncü günün akşamında salıverilerek otobüslere bindirildik. Fakat evimize gitmemize izin verilmedi. Sınır bölgesindeki Kilis kampına götürüldük. 


Kampta yetkililere her gün kullanmam gereken ilaçları getirmeleri için yalvardım. Kimse umursamadı. Son seferinde ilaç talebimle başlayan tartışma şiddetlendi. Hakaretlere ve zorbalıklara maruz kaldık ve küçük kızımın karnına vurarak şiddetli bir kanamaya yol açtılar. Daha sonra Göç İdaresi’ne sevk edildik. Bizi gönüllü geri dönüş belgesini imzalamaya ikna etmeye çalıştılar. Evimizin bombalandığını, eşimin kardeşlerinin Suriye’deki hapishanelerde öldürüldüğünü söyleyerek reddettik.


En son Antep’te Oğuzeli adında bir geri gönderme merkezine transfer edildik. Kızımın sinirleri harap olmuş ve depresyona girmişti. Buradayken, kampta yaşanan arbededen dolayı geçici koruma statümüz iptal edildi. Yıllardır Ankara’da yaşıyor olmamıza rağmen kaydımız daha önce hiç bulunmadığımız Kilis’e nakledilmişti. İki yıl boyunca her ay Kilis’te imza vermemiz şartıyla serbest bırakıldık.


Kilis’te bir yaşam kurmayı denedik. Fakat ne düzgün bir ev, ne makul bir iş bulabildik. Yine de orada kaldık. İmza mükellefiyetini yerine getirdik. Ancak iki yılın bitmesine üç ay kala 7 Şubat depremi meydana geldi. Yeniden evsiz kalmıştık. İmzaları atmamız da mümkün olmadı.


Bugün ne suç işlediğimizi hala bilmiyoruz. Gözaltına alındığımız hususla ilgili hakkımızda dava bile açılmadı. Fakat bize tekrar geçici koruma vermeyi kabul etmediler ve etmeyecekler de. 


Üçüncü bir ülkeye yeniden yerleşim dosyamız var. Ancak "kimlik" eksikliği sebebiyle aile başvurumuz reddedildi. Sadece geçici koruma statüsü iptal edilmemiş olan kızımın dosyası onaylandı. Ne kadar uğraşsak da, geri kalanlarımıza geçici bir statü vermeyerek kızımla birlikte başka bir ülkeye gitmemize imkan tanımadılar.


Geçirdiğim hastalıklar yüzünden mümkün olan en kısa sürede gözümden tekrar ameliyat olmam gerekiyor. Görme kaybım hayatımı çok ciddi şekilde etkileyecek düzeye ulaştı. Fakat ne genel sağlık sigortasından faydalanabiliyorum ne de operasyonun masraflarını karşılayabilecek paramız var. 


Bunca yıldan sonra elimize geçen tek şey aşağılanma, yoksulluk ve evsizlik oldu. Şimdi bu hikayeyi yazarken gözlerimi ve kalbimi onaracak, bize sevinç getirecek, bizi yeniden hayata bağlayacak ve hayallerimizi gerçekleştirecek bir haber alabilmenin umuduyla gözlerimden yaşlar dökülüyor. Geç de olsa gelmesi hiç gelmemesinden çok daha iyi...



- Nidal 48 yaşında Suriyeli bir kadın. 10 yıldır Türkiye’de yaşıyor.



Gurbet Hikayeleri Türkiye'deki göçmenlerin şahsi deneyimlerinin kamuoyu ile buluşmasını hedefleyen aracı bir mecradır. Bu yazı yazarın şahsi tanıklığını yansıtmaktadır.

Comments


bottom of page