top of page

Bin Erkeğe Bedel Kız



Şam Üniversitesinde öğrenciydim. İngiliz edebiyatı okuyordum. Bir sabah bir telefonla uyandım. Belki de hayatımın geri kalanının eskisi gibi olamayacağını o telefon sesi haber veriyordu. Babam tutuklanmıştı. Suçu devrimi destekleyen, Esad rejiminin baskılarına ve zulmüne karşı çıkan bir aktristin “arkadaşı” olmaktı. Babam bir mücadele insanıydı. 1980’lerde de geniş bir aydın grubu ile Şam’daki gösterilere katılmıştı. Şimdi ise tamamen mesnetsiz suçlamalarla tutuklanmıştı.


Nerede hapsedildiğini bile bilmiyorduk. Gitmedik karakol, başvurmadık resmi yetkili bırakmadık. Nihayet uzun araştırmalar sonucu ‘Sednaya’ hapishanesinde olduğunu öğrendik. Tutuklamanın sebebini sorduğumuzda ise duyduğumuz yalnızca tehdit ve hakaretti. Bir keresinde bir jandarma şubesinde annem yere yığılmış ağlarken beni de nezarete attılar. Burası insanların değil adeta canavarların yönettiği bir yerdi. Kısa bir süre kaldığım bu binada her gün tacizlere, hakaretlere, tehditlere maruz kaldım.


Nezarethane bir gece bir kadının çığlıklarıyla yankılandı. Bağırıyordu: “Öldürün beni! Merhamet edin! Öldürün beni! Bana acımıyorsanız bu çocuğa acıyın! Onu çıkarın buradan! Özgürlüğü bilmiyor!”. Kadın doğum yapıyordu. O gece bağırışları kulaklarımdan gitmedi. Gözlerim kapandıysa da vicdanım ayaktaydı. Aradan iki gün kadar geçti. Sonunda yan hücremdeki kadınla iletişim kurmayı başarmıştım. Birbirimizin yüzünü göremesek de konuşarak yalnızlığımızı hafifletiyorduk. Ondan öğrendim ki doğum yapan kadın ölmüş. Çocuğu da uğradığı tecavüzlerin bir sonucuymuş. Aylardır tutukluymuş ve o gece, o çığlıklar eşliğinde hayatını kaybetmiş.


Özgür kalıp sonunda dışarı çıktığımda artık ülkemin yaşanmaz halde olduğunu kesin bir şekilde anlamıştım. 49 yaşındaki annemle beraber Türkiye’ye gitmekten başka çaremiz yoktu. Yasal olarak geldik. Ama yasal olarak gelmek yabancı olmanın yüklerini üzerinizden almıyor. Ülkemizi o halde terk etmenin yükü, yalnızlık, keder… Dil bilmiyorduk. Hayat tüm boğuculuğu ile üstümüze çökmüştü. Annem dayanamadı. Çok geçmeden vefat etti. Beni bu dünyada tek başıma yaşam mücadelesi vermek üzere bıraktı.


Bana bin erkeğe bedel kız derlerdi. Ben bin baskının, acının, hıçkırığın ve ızdırabın kızıyım. Annemin vefatından kısa bir süre geçmişti. Suriye’den gelen tutukluların cesetlerinin fotoğraflarını gördüm. Büyük bir dikkatle inceleyerek babamın tanınmayacak hale gelmiş cesedini seçebildim.


Yıllar, her zaman gözümde bir kahraman olan babamın, o şefkatli kucaklamasıyla annemin olmadığı bir hayatta yalnız oluşumla yüzleşerek geçti. Annesiz, babasız, evsiz ve vatansızdım. Eğitimime devam etme arzum tamamıyla yitip gitmişti. Bu hayatı kabul etmekten başka bir çarem yoktu. 


Küçük, kıyafet satan bir dükkanda işe başladım. Bir gün dükkana bir kız geldi, dükkanın sahibinin bir arkadaşıydı. Neşeli, şakacı birisiydi. Bana da takıldı. Ancak gülmeye bile gücüm yoktu, tepkisiz bir bakışla karşılık verdim. Ertesi gün elinde bir özür hediyesi ile geldiğinde arkadaşlığımız başladı. Kısa bir konuşmanın ardından ona güvenebileceğimi hissettim. Bu hisse çok ama çok ihtiyacım vardı. Bu zor hayat içinde yalnız olmak, bir dertdaşının bulunmaması insanı yiyip bitiriyordu.  


İlk kez bir kafede buluşmuş muhabbet ediyorduk. Hissettiğim güvenin, hayatımla alakalı anlatmamı sağladığı detaylara ben de hayret ediyordum. Yaşadıklarımı anlatmaya çalışırken gözyaşlarına boğulmuştum. Kendimi toparlamak için tuvalete gitmek üzere hareketlendiğimde bana sarıldı. Ağlayacak bir omuza o kadar ihtiyacım vardı ki! Biriktirdiğim bütün yaşanmışlıklar açığa çıkmıştı sanki. Oysa henüz tanışalı çok az zaman olmuştu. Bu yüzden bir yandan da utanıyordum doğrusu.


Zaman böyle geçip gitti. Türkiye’de ilk kez böyle bir arkadaşım olmuştu. Neşeli, çılgın ve hayat dolu birisiydi. Bu dünyada tutunabilmemi kolaylaştırdı. Amaçsız, karanlığın dibinde yaşıyordum. Sanki çekti çıkardı beni oradan. Bir gün bir iş teklifi ile geldi: “İngilizce okudun ve dil becerilerin çok iyi! Burada çevirmen olmayı düşünmez misin?”. Bu teklifi bana ileterek bir kere daha hayatıma dokunmuştu. Hayat bana bir kere daha gülmüştü. Arkadaşıma sıkıca sarıldım, teşekkür ettim. O anda kendime bir şans daha vermek istedim. Sefaletin derinliklerinden bir başarı hikayesi çıkarmak, unutulmaz olmak istedim.


Hayatıma en büyük katkıyı kim yaptı diye sorulsa… Bu şüphesiz o kızdır. Bu sefalet içinde beni teselli eden ve her şeyin yoluna gireceğini söyleyerek bana sarılan tek kişi oydu.


Az önce bahsettiğim bu şirkette çalışmaya başladıktan sonra hayatımı iyice yoluna koyabildim. Bugün bu siteye yazarak kendimi anlatabiliyorum. Benim yaşadığımı yaşayan insanlara seslenmek istiyorum. Acı çekmek normal. Ancak hiçbir şey sonsuza kadar sürmüyor. Görüyorsunuz ya, bugün bunları yazabiliyorum.


Evet, ben bin erkeğe bedel bir kızım. Sen kimsin?



- Raniye, 28 yaşında, 9 yıldır Türkiye’de yaşıyor.



Gurbet Hikayeleri Türkiye'deki göçmenlerin şahsi deneyimlerinin kamuoyu ile buluşmasını hedefleyen aracı bir mecradır. Bu yazı yazarın şahsi tanıklığını yansıtmaktadır.

Comments


bottom of page